
Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), geçtiğimiz günlerde yayımladığı teknik raporla, İran’ın birkaç nükleer silah üretmeye yetecek miktarda santrifüj ve uranyum hekzaflorür gazına sahip olduğunu resmen teyit etti. Bu yalnızca bölgesel bir gelişme değil, doğrudan Türkiye’nin ulusal güvenlik denklemine yazılan yeni ve derin bir kırmızı çizgidir.
Dünyanın gözlerini başka krizlere diktiği bir dönemde, İran’ın nükleer eşiği geçmeye bu kadar yaklaşması, sahadaki gerçek niyeti gözler önüne sermektedir. Bugün İran’ın nükleer programı artık yalnızca İsrail için değil; Türkiye, Azerbaycan ve bölgedeki tüm Sünni ve Türk devlet yapıları için de potansiyel bir caydırıcılık değil, açık bir tehdide dönüşmektedir.
Bu süreçte Türkiye, klasik savunma reflekslerinin ötesine geçmeli, vekalet savaşları yürüten bölgesel akıllara karşı kendi stratejik zekâsını ortaya koymalıdır. Çünkü İran artık bir “rejim” değil; bir güvenlik sorunudur. Hem içerideki mezhep odaklı hesapları hem de dışarıda Şii hilalini genişletme stratejisiyle Türkiye’nin çevre kuşaklarında baskı kurma amacındadır. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki milisleri, sadece Arap coğrafyasını değil, Anadolu’nun jeopolitik alanını da sıkıştırmaktadır.
İran’ın nükleer kapasitesinin artması, bu milis ağlarının cesaret kazanacağı, Türkiye’nin güneyinde tehdit seviyesinin artacağı anlamına gelir. Nükleer güvenlik, artık sadece İsrail’in kaygısı değil; Türkiye’nin doğrudan güvenlik doktrininde yer alması gereken bir başlıktır.
Ancak Türkiye bu tabloya mahkûm değildir. Sahadaki zekâsı, vekalet mekanizmalarını yönlendirme kabiliyeti ve diplomatik ağırlığıyla hâlen oyun kurucu bir pozisyondadır. Nükleer bir İran’a karşı yalnızca Batılı platformlarda değil, Türk dünyasında ve İslam coğrafyasında da caydırıcı bloklar inşa etme zamanı gelmiştir. Zira bu yalnızca bugünün değil, geleceğin Ankara’sının bekasını ilgilendiren bir meseledir.
İran’ın nükleerleşme hamlesi, bölgesel bir kart değil, Türkiye’ye yöneltilmiş stratejik bir işarettir. Göz yumulamaz, ertelenemez. Türkiye, bu eşikte “seyirci” değil; “aktör” olduğunu göstermek zorundadır.
— Mehmet Emir Aksoy
Uluslararası Güvenlik ve Strateji Uzmanı